'…ben hâlâ eski kasabalardayım
eski kasabalarda
bir karanfil kızarır sabahlarımda
duvarların üstü sevgi köpüğü
okul yollarında harfleri süpürür çocuklar
henüz yitmemiş yaşamın büyüsü
o şehirler sonradır
maraş
çorum
sivas…'
Nusret Gürgöz
Haşim aradı.
Bu akşam saat 19'da Dûr gösterilecek, başrolde de babam var ha, dedi.
Bir koşu gittim.
Dûr,
uzak demek. Film, Dersim'in Pertek ilçesine bağlı Kürmeş, değiştirilen
– 'yeni' adıyla Aşağı Gülbahçe Köyü'nü anlatıyor. Kürmeş uzak değil,
aksine çok yakın ; ama çok uzak. Bizim bulvarlarımızdan, sanat evlerine,
cafelere, restoranlarımıza, barlara…yani dolaştığımız, gittiğimiz,
oturduğumuz, yediğimiz, içtiğimiz, sevgilimizle sarmaş dolaş
oturduğumuz, öpüştüğümüz… mekânlara benzemiyor oralar. Öylesine uzak ki
orası, bambaşka bir hayat sürüyor orada. Şiddet kol geziyor, ölüm kol
geziyor, ağıt kol geziyor, yalnızlık… kol geziyor. Kar altındaki evlerde
yoksulluk kol geziyor. Ayaz kol geziyor.
Barış mı, aşk mı, sevinç mi, çoğulluk… mu? Bunlar, şimdilik uzak bir ülke, ırak bir düş sanki.
Yaşlı bir
teyze diyor ki :'Kapımı hiç kapamıyorum, olur ya ölürsem, evimin
kapısını kırmasınlar istiyorum' Kürmeş'in yalnızlığını bu cümle
özetliyor.
Ben de
Kürmeş'e yakın bir coğrafyada, Elâzığ'da dünyaya geldim ve on sekizine
kadar bu kentte yaşadım. 12 Eylül'den on gün sonra, Elâzığ'ın hemen
kıyısında 1800 Evler'deki işkence merkezinde gözetim altındayken ( o
yıllarda öyle diyorlardı ) koğuş arkadaşlarımdan biri de Kürmeşliydi.
Bağırtıları, işkenceleri, acıyı, yalnızlığı ve askerlerin kapı altıdan
içeri sürdükleri iğrenç yemekleri (genellikle nohut ve mercimekli pilav
olurdu ) bölüştük.
Köyünden
Elâzığ'a hayvan satmaya gelmişti. Kente girerken, var mı öyle Kürmeşli
olmak, hemen gözetim altına alınmış ve işkencehaneye getirilmişti.
İşkencehaneden
aynı gün çıktık. İşkencehanenin hemen altında uzanan Elâzığ – Malatya
karayoluna indik. Gelen ilk arabaya el kaldırdık. Bindik arabaya.
(Unutmadım, araba paramı da o vermişti.) Elazığ şehir merkezine geldik.
Ayrılık vakti gelmişti. üniversiteye yeni girmiştim, parasızdım, avucuma
bir miktar para sıkıştırdı. Sarıldık, ayrıldık. Bana:'üniversiteyi
mutlaka bitir, bizim gibi ezilme.' dedi. Bir daha onu hiç görmedim.
Ama, o insan sıcaklığı, hep aklımda kaldı. Kürmeş'i bir de bu yüzden
hiç unutmadım. ( Yıllar sonra Haşim, anlattıklarımdan onun liseden sınıf
arkadaşım Münevver'in abisi olduğunu ve Almanya'da yaşadığını söyledi.
Bunca yıl sonra her ikisine de bâki selam.)
1980'den
sonra Elazığ büyük bir dönüşüm yaşadı. Devrimci abilerimin denetimindeki
tüm sokaklar panzerlerce işgal edildi. Tüm mahalle genç yaşlı denmeden
işkenceden geçirildi. Tüm evlere korku ve zulüm sindi.
Neyse; derdim Elazığ'ı anlatmak değil zaten. Kürmeş'e dönmenin sırasıdır artık.
Yine
yaşlı bir teyze diyordu ki:'Eskiden ne güzeldi. Gelinler ata bindirilir,
öyle getirilirdi güvey evine.Güvey, gelin eve girmeden gelinin başına
elma atardı.Şimdi öyle mi? Düğün salonları çıktı başımıza, dans, dans,
dans…Nedir bu oğlum?'
Film
köyden Avrupa'nın çeşitli kentlerine uzanıyordu. Dağlardan, tarlalardan,
ağaçlardan, kuşlardan…kopan insanlar, Avrupa'nın çeşitli ülkelerine
dağılmışlardı. Keder, sevinç, Avrupa'da tutunma telaşı, ülke özlemi,
sosyalizm düşü…iç içe geçmişti.
Politik
bir mülteci sözcük sözcük aynı olmasa da diyordu ki:'Biz ne yaptıysak
halkımız için yaptık; ama hayat bizi buralara sürükledi. Çok özlüyorum
oraları.'
Film bitmişti. Salonun yarısı ağlıyordu.
Zere Abla'nın yanına yaklaştım.'Ağlama.' dedim.
'Nasıl ağlamayayım? On yıldır görmüyordum annemi. Kısmet filmde görmekmiş.' dedi.
'…ben hâlâ eski dünyalardayım
eski dünyalarda
yağmur altında sonsuza yürüyorum
yumruğum havada bakışım keskin
umutla çarpmakta kalbim
güneşli düşler görüyorum…'
Şiir: Hüseyin Yurttaş, Eski Adam