23 Şubat 2013 Cumartesi

DÛR

'…ben hâlâ eski kasabalardayım
   eski kasabalarda
   bir karanfil kızarır sabahlarımda
   duvarların üstü sevgi köpüğü
   okul yollarında harfleri süpürür çocuklar
   henüz yitmemiş yaşamın büyüsü

   o şehirler sonradır
            maraş
                    çorum
                           sivas…'
     
                Nusret Gürgöz
                                              

Haşim aradı.
Bu akşam saat 19'da Dûr gösterilecek, başrolde de babam var ha, dedi.
Bir koşu gittim.





Dûr, uzak demek. Film, Dersim'in Pertek ilçesine bağlı  Kürmeş, değiştirilen – 'yeni'  adıyla Aşağı Gülbahçe Köyü'nü anlatıyor. Kürmeş uzak değil, aksine çok yakın ; ama çok uzak. Bizim bulvarlarımızdan, sanat evlerine, cafelere, restoranlarımıza, barlara…yani dolaştığımız, gittiğimiz, oturduğumuz, yediğimiz, içtiğimiz, sevgilimizle sarmaş dolaş oturduğumuz, öpüştüğümüz… mekânlara benzemiyor oralar.  Öylesine uzak ki orası, bambaşka bir hayat sürüyor orada. Şiddet kol geziyor, ölüm kol geziyor, ağıt kol geziyor, yalnızlık… kol geziyor. Kar altındaki evlerde yoksulluk kol geziyor. Ayaz kol geziyor.

Barış mı, aşk mı, sevinç mi, çoğulluk… mu? Bunlar, şimdilik uzak bir ülke, ırak bir düş sanki.
Yaşlı bir teyze diyor ki :'Kapımı hiç kapamıyorum, olur ya ölürsem, evimin kapısını kırmasınlar istiyorum'  Kürmeş'in yalnızlığını bu cümle özetliyor.
Ben de Kürmeş'e yakın bir coğrafyada, Elâzığ'da dünyaya geldim ve on sekizine kadar bu kentte yaşadım. 12 Eylül'den on gün sonra, Elâzığ'ın hemen kıyısında 1800 Evler'deki işkence merkezinde gözetim altındayken ( o yıllarda öyle diyorlardı ) koğuş arkadaşlarımdan biri de Kürmeşliydi. Bağırtıları, işkenceleri, acıyı, yalnızlığı ve askerlerin kapı altıdan içeri sürdükleri iğrenç yemekleri (genellikle nohut ve mercimekli pilav olurdu )  bölüştük.
Köyünden Elâzığ'a hayvan satmaya gelmişti. Kente girerken, var mı öyle Kürmeşli olmak, hemen gözetim altına alınmış ve işkencehaneye getirilmişti.

İşkencehaneden aynı gün çıktık. İşkencehanenin hemen altında uzanan Elâzığ – Malatya karayoluna indik. Gelen ilk arabaya el kaldırdık. Bindik arabaya. (Unutmadım, araba paramı da o vermişti.) Elazığ şehir merkezine geldik. Ayrılık vakti gelmişti. üniversiteye yeni girmiştim, parasızdım, avucuma bir miktar para sıkıştırdı. Sarıldık, ayrıldık. Bana:'üniversiteyi mutlaka bitir, bizim gibi ezilme.' dedi. Bir daha onu hiç görmedim. Ama,  o insan sıcaklığı,  hep aklımda kaldı. Kürmeş'i bir de bu yüzden hiç unutmadım. ( Yıllar sonra Haşim, anlattıklarımdan onun liseden sınıf arkadaşım Münevver'in abisi olduğunu ve Almanya'da yaşadığını söyledi. Bunca yıl sonra her ikisine de bâki selam.)
1980'den sonra Elazığ büyük bir dönüşüm yaşadı. Devrimci abilerimin denetimindeki tüm sokaklar panzerlerce işgal edildi. Tüm mahalle genç yaşlı denmeden işkenceden geçirildi. Tüm evlere korku ve zulüm sindi.
Neyse; derdim Elazığ'ı anlatmak değil zaten. Kürmeş'e dönmenin sırasıdır artık.
Yine yaşlı bir teyze diyordu ki:'Eskiden ne güzeldi. Gelinler ata bindirilir, öyle getirilirdi güvey evine.Güvey, gelin eve girmeden gelinin başına elma atardı.Şimdi öyle mi? Düğün salonları çıktı başımıza, dans, dans, dans…Nedir bu oğlum?'
Film köyden Avrupa'nın çeşitli kentlerine uzanıyordu. Dağlardan, tarlalardan, ağaçlardan, kuşlardan…kopan insanlar, Avrupa'nın çeşitli ülkelerine dağılmışlardı. Keder, sevinç, Avrupa'da tutunma telaşı, ülke özlemi, sosyalizm düşü…iç içe geçmişti.
Politik bir mülteci sözcük sözcük aynı olmasa da diyordu ki:'Biz ne yaptıysak halkımız için yaptık; ama hayat bizi buralara sürükledi. Çok özlüyorum oraları.'
Film bitmişti. Salonun yarısı ağlıyordu.
Zere Abla'nın yanına yaklaştım.'Ağlama.' dedim.
'Nasıl ağlamayayım? On yıldır görmüyordum annemi. Kısmet filmde görmekmiş.'  dedi.
'…ben hâlâ eski dünyalardayım
eski dünyalarda
yağmur altında sonsuza yürüyorum
yumruğum havada bakışım keskin
umutla çarpmakta kalbim
güneşli düşler görüyorum…'
Şiir: Hüseyin Yurttaş, Eski Adam